24 Eylül 2020 Perşembe

Huzur

 Esra Zeynep Dalgıç yazdı:

Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk Edebiyatının zirve isimlerindendir ve başarılı eserlere imza atmıştır. Huzur romanı ise bu eserlerden sadece biridir. Bu romandaokuyucunun en çok dikkatini çeken unsur; romanda anlatılan İstanbul tasviridir. Tanpınar, bu romanı Mümtaz karakteri çerçevesinde kurar. Mümtaz, sevgilisi Nuran'a kavuşma - kavuşamama gelgitleri yaşayan, İkinci Dünya Savaşı'nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü red ya da kabul ikilemleri yaşayan, sorunlu bir kuşağın temsilcisidir. Kısaca Mümtaz; varoluş sorununa çare arayan bir İstanbulludur.

Roman, İstanbul’dan derin izler taşır. Nitekim eşinden ayrılan Nuran, Mümtazla Ada vapurunda tanışır ve aşkları bu çevrede gelişir. Roman anlatılırken, karakterler adeta İstanbul’u gezer niteliktedir. Romanda İstanbul’un çeşitli semtlerindeki farklı mekânlar derinlemesine betimlenerek anlatılır. İstanbul’un anlatılmasında ve bu kadar dikkatle tasvir edilmesindeki en büyük etken; Nuran’ın, Mümtaz’ın gözünde İstanbul’u temsil etmesidir. Romandan alınan bu örnek de en büyük etkeni kanıtlar niteliktedir.

"Mümtaz, genç kadının güzel ve biçimli büstünü, beyaz bir rüyayı andıran yüzünü daha evvelden beğenmişti. Konuşur konuşmaz bu İstanbulludur, diye düşünmüş, 'İnsan alıştığı yerden vazgeçemiyor, ama bazen Boğaz sıkıcı oluyor' dediği zaman kim olduğunu anlamıştı. Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz'da yetişmek.”  (s.81)

Verilen bu örnekte, kahramanımızın gözündeki Nuran ve İstanbul ilişkisini açıkça görmekteyiz. 

Romanda geçen İstanbul mekânlarından bazıları ise şunlardır; Beyazıt Meydanı, Beyazıt Cami, sahaflar, çadırcılar, bitpazarı,  bedesten,  Kapalı Çarşı, Nuru Osmaniye, Emirgan, Mahmutpaşa, Eminönü, Yeni Cami… Roman bu mekânlar etrafında anlatılarak, okuyucuya İstanbul gezisine çıkmış bir izlenim veriyor. 

“Bir gün beraberce Üsküdar'ı gezdiler. İlk önce vapuru iskelede beklememek için Mihrimah Camii'ni dolaştılar, sonra Üçüncü Ahmed'in annesinin camiine girdiler. Türbeyi, küçük, bir meyve içi gibi döşeli camii Nuran pek beğendi. Vapuru çoktan kaçırmışlardı. Onun için bir araba ile Atik Valde'ye, oradan Orta Valde'ye gittiler. Garip bir tesadüfle Üsküdar'ın bu dört büyük camii aşka, güzelliğe, yahut hiç olmazsa annelik duygusuna ithaf edilmişti.  

-Mümtaz, Üsküdar'da hakiki kadın saltanatı var...  

 Ertesi gün Rum Mehmed Paşa Camii ile Ayazma Camii'ni ve Şemsipaşa taraflarını yayan dolaştılar. Birkaç gün sonra Selimiye Kışlası'nın etrafında kızgın güneş altında başıboş gezdiler. İstanbul'da açılan ilk hendesi caddeleri, o cazip ve mazi hulyası adlı sokakları, İstanbul akşamlarının hakiki ziyafet sofraları gibi gördükçe, garip bir mazi daussılası onu yakalıyordu.” (a.g.e. s.180-181)

İstanbul’u derin tasvirle anlatılan bölümler oldukça çoktur. Başta da dediğimiz gibi, zaten Nuran, Mümtaz için bir İstanbul’dur ve kahramanlarımız İstanbul’u karış karış dolaşırlar.

Romanın genelinde bazı öğeler daha belirgin şekilde göze çarpar. Örneğin; camiler. Tasvirlerde ve karakterlerin çokça odaklandığı öğelerden biri olarak görülüyor. Mesela, Mümtaz’ın kafasında dönüp duran o düşüncelerden bir an sıyrıldığında cami görmesi gibi. 

“Mümtaz başı açık yürüyordu. Ömründe bu cinsten bir ıstırap duymamıştı. Sanki herşeyden iğreniyordu. Herşey onun için manasızdı. Herşeyde Suat'ın kirli eli, Yaşar'ın o taptaze haremağası yüzünü çerçeveleyen beyaz saçları vardı. Demek böyleydi. Bir insan yirmi dört saatte değişebilir, iki kişiye, iki zavallıya birden düşman olabilirdi. Sevilmeyen bir kiracı, hiç istenmeyen bir misafir gibi iki kişi, hayatınıza taşınabilirler, oradan, sade mevcudiyetleriyle, sade güneş altında nefes almaları, gezinmeleri, duygu ve düşünce benzerlerini anlatırken aynı kelimeleri kullanmalariyle sizi zehirliyebilirdi.  

 Bir taksi önünde durdu. Şoför, ocaktan yetişme bir külhanbeyi sevimliliğiyle -götürelim ağabey...- dedi. Mümtaz etrafına baktı. Bilmeden, Sultanselim'e kadar gelmişti. Camiin biraz ilerisindeydi. Bir an bu eski camiin serinliğinde kaybolmak istedi. Fakat yağmurun altında herşey öyle sefildi, içinde o cinsten üzüntüler kıvranıyordu ki, nereye gitse ölesiye sıkılacaktı.” (a.g.e. s.241-242)

İşte İstanbul’u bizlere derinlemesine hissettiren bu roman, edebiyat eleştirmenleri tarafından da her zaman övgüyle bahsedilmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder