29 Eylül 2020 Salı

Su Sesinde Yalnızlık

 Şiir sever misiniz? Size Selçuk öğretmenimizin kaleminden güzel bir şiir kitabından bahsedeceğiz... Su Sesinde Yalnızlık yeniden doğmakla birlikte umutların bitti dediğin anda yeşeren bir sevdadır... Şiir sevenlere...

Şimdi uzaklardasın

Belki yalnız belki kalabalık içinde

Dalgın gözlerle

Gezinmektesin

Ara sıra uğruyorsun yanıma

Sonra

Beni de katıp yalnızlığına

Alıp götürüyorsun 

Bilinmez sokaklara”


28 Eylül 2020 Pazartesi

Kendimi Keşfediyordum Da

Her şey bebek sahibi olmamla başladı. Tır çarpmış gibi bir beden, hormonlardan uçmuş bir kafa, uyumakla alakalı programında hata olan bebeğimle uykusuz bilmem kaçıncı günde, dünyadaki en işe yaramaz insanın ben olduğuma kanaat getirdim ve yok olmaya bir adım kala neler olduğunu en baştan yazmaya başladım. 

Neler olmadı ki...
   Aşırı sorunlu bir insan olduğum için en ufak bir aksilikte yastıklara bağırıyor, duvarlara tekme atıyorum. Bir uçak kazasından ölmeden kurtulsaydım, hemen kendimi öldürürdüm. Mücadele sevmem, gücüm de yok zaten. Elimi attığım her işi becerememe gibi eşsiz bir özelliğim de olunca siz düşünün benim hayatım nasıl geçti ve geçiyor?
Ama "kendini nasıl bilirdin?" derseniz, iyi bilirim. 
Kendini iyi bilen ve benim gibi mükemmel olmayan insanların yalnızlığını süpürecek bir kitap! 
Bir sürü sana göre komik, bana göre acı dolu olan ve okuyunca yer yer gülmekten nefessiz kalacağın ya da ”tü Allah belanı versin senin" diyeceğin anılarımı topladım ve aldığım terapilerden öğrendiklerimle birleştirdim. Ve asla yapılmaması gerekenler konusunda, başyapıt olabilecek bir kitap çıktı ortaya. Eee bu noktaya durduk yere gelmedim ya! Okuyan herkesin, kendinden bir şeyler bulduğu ya da en azından "beterin beteri varmış" diye kendini rahatlattığı bu kitabı elinde tutuyorsan, içinde kendini okuyacağın yerler var demektir.



Liderim Öğretmenim

 “Tomurcuk derdinde olmayan tek ağaç odundur.” ve “Çocuklarımızın ayaklarına batan dikenler ya ektiklerimizdir ya da sökmediklerimizdir.” sözlerinden ilham alarak öğretmenliğimizde sürekli faydalı işler yapmayı ilke edinmeliyiz. Hayatına dokunamadığımız her çocuğun sorumluluğunu mesleğimizin kutsallığında hissetmeliyiz. Öğrencilerimizle birçok sosyal sorumluluk projesine imza atarak onların dünyaya daima iyilikle, sevgiyle bakan gözler olarak yetişmelerini istemeliyiz. Bir öğrencinin önce kalbine girmeden asla beynine girilemeyeceğini, kalbine giremediğimiz hiçbir öğrencinin de biz öğretmenlere ne kulaklarını ne de ağızlarını açacaklarını her fırsatta haykırmalıyız. Başta öğretmenlerimiz ve öğretmen adayları olmak üzere eğitimin paydaşı olan öğrencilerin, velilerin ve eğitime ilgi duyan herkesin kendisine pay çıkaracağı, yaşamından izler bulacağı fikirler, örnek olaylar, alıntılar ve deneyimleri; bilimsel bilgiler ve araştırmalar ile harmanlayarak sunan bu samimiyet dolu kitabımın herkese fayda sağlaması dileğiyle.

Şimdi bir kahve almanın ve kahvenize arkadaşlık eden kitabımı tadını çıkararak okumanın tam vakti. Keyifli okumalar.

Kitaptan bazı altını çizdiğimiz noktalar:

Bir öğrencinin kalbine girmeden beynine asla giremezsiniz.

Öğretmen, hayatının sonuna kadar öğrencidir aynı zamanda.

Öğretmenlik okutmakla değil, çocuğun hayatına dokunmakla olur.

Öğretmen sözü ağızdan değil yürekten söyleyendir. Sözünün istikameti ise kulaklar değil kalplerdir.

Değerler öğrencilere sadece anlatılarak, söylenerek, nasihat ederek kazandırılamaz. Değerleri en başta öğretmen kendisi yaparak, yaşayarak, rol model olarak en sonda da öğrenciye yaşatarak öğretebilir.

Öğretmenlerin görevi körleşmemiş toplumlar meydana getirmek için körleşmemiş bireyler yetiştirmektir.

Hayaller gerçeklerin yol haritasıdır.

Balığa suda yüzme, kuşa havada uçma, maymuna da ağaca tırmanma imkanı sunalım.

Aman canım neyime lazım demeyelim. Belki Amerika’yı yeniden keşfedemezsiniz ama yeni bir dünya inşa edebilirsiniz.


26 Eylül 2020 Cumartesi

Annemin Kızı

 Dervişin, onu bekleyen susuz çölleri, kum fırtınalarını, bozkırları, uçsuz dereleri,cennet bahçelerini, ıssız hanları aşarken acı çeken aç gönlünün hakikati araması gibi, benim de hayata bilmediğim bir perdeyi aralayarak adım atmam abartılı mı?

Hayat dolu bir genç kızın kanatlanıp evinden uçma hikayesi, aynı zamanda ailesinin geçmiş sırlarına doğru bir yolculuğa dönüşebilir mi? Jülide, artık ayakları üzerinde durabileceğini önce ailesine sonra kendisine kanıtlamaya çalışırken, bir yandan ailesinin tozlu geçmişini aralayacak fark etmeden. Yeni kanatları onu yaşamın en zorlu ama en tatlı mücadelelerine uçururken, sonunda aşkı bulduğunda, kendisiyle ve geçmişiyle yeniden tanışacak.



25 Eylül 2020 Cuma

Koçluk KitabıN

 Dünya yaşamı içinde hiçbir durum, sonuç, kavrayış ve kavram yüzde yüz olumlu ya da yüzde yüz olumsuz olamaz. Liderlik, otomatik pilotta gerçekleşen bilinçsiz tercih işleyişinden, bilinçli tercih farkındalığına her adımda biraz daha geçebilmektir. Bilinçli tercih yapmak tam olarak, terazinin seçtiğim kefesini, diğer kefenin de farkında olarak seçmem demektir.

Bu öğrenilebilir bir beceridir ve seçimlerimizden memnun bir yaşam sürebilmemize vesile olur.

Bir de kişisel gelişim dejenerasyonunun yarattığı kafa karışıklığına belki bir damla belki bir okyanus su serper umuduyla…

Birçok gelişim aracından farklı olarak, koçluk sisteminin manivela noktası “bireyin biricikliğidir.” Kitap isminin sonundaki büyük “N” harfi ve bu harfin ayrı yazılmasının sebebi de tam olarak budur. Uygulamalardaki soruların cevapları yazıldıkça, okuyan kişi sayısı kadar farklı kitap ortaya çıkacak; böylece her bir koçluk kitabının yazarı, kesinlikle okuyucunun kendisi olacaktır.


24 Eylül 2020 Perşembe

Huzur

 Esra Zeynep Dalgıç yazdı:

Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk Edebiyatının zirve isimlerindendir ve başarılı eserlere imza atmıştır. Huzur romanı ise bu eserlerden sadece biridir. Bu romandaokuyucunun en çok dikkatini çeken unsur; romanda anlatılan İstanbul tasviridir. Tanpınar, bu romanı Mümtaz karakteri çerçevesinde kurar. Mümtaz, sevgilisi Nuran'a kavuşma - kavuşamama gelgitleri yaşayan, İkinci Dünya Savaşı'nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü red ya da kabul ikilemleri yaşayan, sorunlu bir kuşağın temsilcisidir. Kısaca Mümtaz; varoluş sorununa çare arayan bir İstanbulludur.

Roman, İstanbul’dan derin izler taşır. Nitekim eşinden ayrılan Nuran, Mümtazla Ada vapurunda tanışır ve aşkları bu çevrede gelişir. Roman anlatılırken, karakterler adeta İstanbul’u gezer niteliktedir. Romanda İstanbul’un çeşitli semtlerindeki farklı mekânlar derinlemesine betimlenerek anlatılır. İstanbul’un anlatılmasında ve bu kadar dikkatle tasvir edilmesindeki en büyük etken; Nuran’ın, Mümtaz’ın gözünde İstanbul’u temsil etmesidir. Romandan alınan bu örnek de en büyük etkeni kanıtlar niteliktedir.

"Mümtaz, genç kadının güzel ve biçimli büstünü, beyaz bir rüyayı andıran yüzünü daha evvelden beğenmişti. Konuşur konuşmaz bu İstanbulludur, diye düşünmüş, 'İnsan alıştığı yerden vazgeçemiyor, ama bazen Boğaz sıkıcı oluyor' dediği zaman kim olduğunu anlamıştı. Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz'da yetişmek.”  (s.81)

Verilen bu örnekte, kahramanımızın gözündeki Nuran ve İstanbul ilişkisini açıkça görmekteyiz. 

Romanda geçen İstanbul mekânlarından bazıları ise şunlardır; Beyazıt Meydanı, Beyazıt Cami, sahaflar, çadırcılar, bitpazarı,  bedesten,  Kapalı Çarşı, Nuru Osmaniye, Emirgan, Mahmutpaşa, Eminönü, Yeni Cami… Roman bu mekânlar etrafında anlatılarak, okuyucuya İstanbul gezisine çıkmış bir izlenim veriyor. 

“Bir gün beraberce Üsküdar'ı gezdiler. İlk önce vapuru iskelede beklememek için Mihrimah Camii'ni dolaştılar, sonra Üçüncü Ahmed'in annesinin camiine girdiler. Türbeyi, küçük, bir meyve içi gibi döşeli camii Nuran pek beğendi. Vapuru çoktan kaçırmışlardı. Onun için bir araba ile Atik Valde'ye, oradan Orta Valde'ye gittiler. Garip bir tesadüfle Üsküdar'ın bu dört büyük camii aşka, güzelliğe, yahut hiç olmazsa annelik duygusuna ithaf edilmişti.  

-Mümtaz, Üsküdar'da hakiki kadın saltanatı var...  

 Ertesi gün Rum Mehmed Paşa Camii ile Ayazma Camii'ni ve Şemsipaşa taraflarını yayan dolaştılar. Birkaç gün sonra Selimiye Kışlası'nın etrafında kızgın güneş altında başıboş gezdiler. İstanbul'da açılan ilk hendesi caddeleri, o cazip ve mazi hulyası adlı sokakları, İstanbul akşamlarının hakiki ziyafet sofraları gibi gördükçe, garip bir mazi daussılası onu yakalıyordu.” (a.g.e. s.180-181)

İstanbul’u derin tasvirle anlatılan bölümler oldukça çoktur. Başta da dediğimiz gibi, zaten Nuran, Mümtaz için bir İstanbul’dur ve kahramanlarımız İstanbul’u karış karış dolaşırlar.

Romanın genelinde bazı öğeler daha belirgin şekilde göze çarpar. Örneğin; camiler. Tasvirlerde ve karakterlerin çokça odaklandığı öğelerden biri olarak görülüyor. Mesela, Mümtaz’ın kafasında dönüp duran o düşüncelerden bir an sıyrıldığında cami görmesi gibi. 

“Mümtaz başı açık yürüyordu. Ömründe bu cinsten bir ıstırap duymamıştı. Sanki herşeyden iğreniyordu. Herşey onun için manasızdı. Herşeyde Suat'ın kirli eli, Yaşar'ın o taptaze haremağası yüzünü çerçeveleyen beyaz saçları vardı. Demek böyleydi. Bir insan yirmi dört saatte değişebilir, iki kişiye, iki zavallıya birden düşman olabilirdi. Sevilmeyen bir kiracı, hiç istenmeyen bir misafir gibi iki kişi, hayatınıza taşınabilirler, oradan, sade mevcudiyetleriyle, sade güneş altında nefes almaları, gezinmeleri, duygu ve düşünce benzerlerini anlatırken aynı kelimeleri kullanmalariyle sizi zehirliyebilirdi.  

 Bir taksi önünde durdu. Şoför, ocaktan yetişme bir külhanbeyi sevimliliğiyle -götürelim ağabey...- dedi. Mümtaz etrafına baktı. Bilmeden, Sultanselim'e kadar gelmişti. Camiin biraz ilerisindeydi. Bir an bu eski camiin serinliğinde kaybolmak istedi. Fakat yağmurun altında herşey öyle sefildi, içinde o cinsten üzüntüler kıvranıyordu ki, nereye gitse ölesiye sıkılacaktı.” (a.g.e. s.241-242)

İşte İstanbul’u bizlere derinlemesine hissettiren bu roman, edebiyat eleştirmenleri tarafından da her zaman övgüyle bahsedilmiştir.


23 Eylül 2020 Çarşamba

Kör Baykuş 🦉

 Şeyma Sözen yazdı:

“Yalnız ölüm yalan söylemez!

Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.“

Merhabalar.

Esere başlamadan önce yazar hakkında biraz bilgi vermenin yararlı olacağını düşünerek yazarı kısaca sizlere tanıtacağım:

Modern İran Edebiyatının babası olarak tanımlanan Sadık Hidayet, aynı zamanda bu edebiyatın en iyi psikoloji yazarı olarak da nam salmıştır. Okulla ilgili de birçok sıkıntı yaşamış olan yazar, okumuş olduğu bölümleri çeşitli sebeplerden ötürü yarıda bırakmıştır. Okuldan sonra İran’a dönmüş ve memurluğa başlamıştır. Depresif bir ruh hali vardı. 


Bir zamanlar Budizm’e olan merakından dolayı Hindistan’a gitmiş ve orada edindiği gözlemlerle en çok ses getiren eserini yani şu an incelemeye çalıştığım “Kör Baykuş’u” yazmıştır. O yoğun psikolojik tahlilleriyle Doğunun Kafkası olarak - ki Kafka ile ölümleri de birbirine çok benzer- tüm edebiyatta ses getiren eserlere imza atmıştır. 




Kör Baykuş; geçmiş ile gelecek arasında kalmış, aşkın varlığından çok yokluğuyla hayat bulan bir adamın tüyler ürpertici hikayesidir. Eserde kahramanların isimlerine rastlamak neredeyse olanaksızdır. Çünkü yazar seçmiş olduğu kişilerin kişisel benliklerinden ziyade ruhlarıyla ilgilenir. Başkahraman, kalemden figürler yapar ve çizdiği kızın gözlerine aşık olur. Çizmiş olduğu bu kızı gerçek hayatına dahil etmeye çalışır. 

Baştan sona hayallerle örülmüş fakat gerçek hayattan da kopamayan bu yaşam öyküsü sizi soluksuz bir maceraya sürüklüyor. 

Maceraperestlere şimdiden keyifli okumalar dilerim.


Bülbülü Öldürmek

 

Mine Aksoy yazdı.


“Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.”

Bir çocuğun gözünden anlatılan hikayeler en yalın, en saf , en gerçek, en masum şekildedir. İçine yalanlar katmadan, kötü düşüncelerden arınık olarak anlatılır. Kitabımızda küçük bir kız çocuğunun gözünden (aslında yazarın başından geçen olaylar ) aktarılır. 
Amerika’nın Maycomb kasabasında yaşayan Finch ailesinin hayatından bir kesit anlatılmıştır. Baş kahramanımız Scout, abisi Jem ve babası Atticus çevresinde oluşan bir hikaye...
İki bölümden oluşan kitabın ilk kısmı Scout ve Jem’in Dell ile tanışması ve okul yaşantılarından oluşuyor. İkinci kısım ise asıl olayın meydana geldiği , temelini ilk kısımdan alıp daha heyecanlı hale gelen herkesin okuyup üzerinde çokça düşünmesi ve ders çıkarması gereken bir kitap. 
Avukat olan Atticus, annesiz olarak siyahi yardımcısı Call ile birlikte muhteşem iki çocuk yetiştirmiştir. Çünkü Atticus muhteşem bir babadır ve eğer herkesin böyle bir babası olsaydı  şu anda mükemmel bir dünyada yaşıyor olacaktık. 
Mükemmel bir dünya evet. Hepimizin aslında o çok istediği, herkesin eşit şartlar altında, kimsenin kimseye üstünlük sağlamadığı, adaletin olduğu, kötülüğün olmadığı, suçların işlenmediği o dünya. Ama böyle bir dünya olması için de hiç çabalamadığımız; sırf rengi bizden farklı diye evimizi, ülkemizi, mahallemizi hatta ibadet yerlerimizi ayırdığımız; ağır işlerde çalıştırıp onlarla aynı ortamlarda bulunmadığımız o insanlar ... 
Sırf rengi farklı diye her türlü kötü şeyleri onlardan bekleyip onları kendi dünyalarına ( tabi onlar için bir dünya bırakabilmişsek eğer) hapsettiğimiz o insanlar ...
Sırf renkleri farklı diye karın tokluğuna en ağır işlerde çalıştırdığımız, hiç utanmadan yüzlerine karşı onları aşaladığımız o insanlar...
Daha yakın zamanda Amerika’da meydana gelen George Floyd olayı. 
Beyazın canı istiyor diye siyahı öldürebilmeyi kendine bir hak olarak görmesi. 
Beyaz söylüyorsa doğrudur. Siyahın kendini savunmasına izin bile verilmez.
Savunsa bile haklı bir yanı yoktur. Ah Tom Robinson...
Daha neler neler yazılabilir bu kitapla ilgili. Ama herkesin okuyup  aslında  “o mükemmel dünya için” gerekli olan tek şeyi-VİCDAN- uyandırması yeterli.

“Bak ama, Jem, bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan.”

“Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği.”

“Bilmiyorum ama yaptılar. Daha önce de yaptılar, bu gece de yaptılar, yine yapacaklar ve yaptıkları zaman... Öyle görünüyor ki yalnızca çocuklar ağlayacak. “

“... ama başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Başka insanların çoğunluğunun düşüncelerinden bağımsız hareket eden tek şey insanın vicdanıdır.”

“İstediğin kadar saksağan vur vurabilirsen, ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”












22 Eylül 2020 Salı

Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı

 Ceyda Çelebi yazdı:

Tahir Sami Bey...

 Kitabın ilk sayfalarında bir yazarın sizi bilmediğiniz bir yerin sokaklarında gezdirebildiğini fark ettiğinizde betimlemelerin güzelliğine kendinizi kaptırın ve küpe çiçekleri, kuş sesleri size katılsın. Bir tutkunun peşinden giden karakterin hislerini takip ettiğinizde ve her şey nihayete erdiğinde farklı bir hüznü tüm sakinliğinizle benliğinizde hissedeceksiniz...
Derler ki kaliteli tamamlanmamışlık zihni meşgul eder. Bu cümle Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı aklıma geldiğinde ona yakıştırdığım bir söz olarak beraberinde gelir gündemime. Mustafa Kutlu her daim değerlerimizi mevzu edinen paragraflar çıkarıyor eserlerinde. Biz şuyduk, buna evrildik diyor fakat geleceğe atıfta bulunurken bazı şeyleri meçhul bırakmayı düstur ediniyor fikrimce. Bu özelliğini kitapta da pek çok yerde yansıtmış, bilhassa son bölümde. Mustafa Kutlu hikâyeciliği az sözle çok şey anlatmayı temel alan şark hikâyeciliğine dayanıyor. Şahsi görüşüme göre yazar diyor ki, bazı cümlenin ardından gelen noktayı okuyucu zihninde kapıp virgüllerle devam ettirmeli. Mustafa Kutlu'nun bu kitabında zihinde yaşatılacak satırlar ziyadesiyle mevcut. Tahir Sami Bey'in ömrünü adadığı gayesine ulaşıp ulaşmadığı, o kitapların karanlığa mı hapsolduğu yahut aydınlatabileceği tarihi olaylara mı ilerlediği gibi başat soruların yanı sıra sayısız soru bulabilirsiniz kendinize. 
Bunların yanında özel hayat tabiri kitapla birlikte yeniden şekillenebilir dağarcığınızda. Günümüzdekine tezat durarak büyük bir hassasiyetle özel hayata değinen yazar, edebiyatın edeple devam ettirilmesi gerektiğini savunanlara güzel bir eser bırakmıştır. İyi bir hikâyeci doyum vermekten ziyade sizi diğer hikayeleri okumaya teşvik eder ve umuyorum ki bu kitabı okuduğunuzda yazarın diğer hikâye ve denemeleriyle tanışmak isteyeceksiniz. Külliyatı güzel, hissi güzel, yerli ve milli yazarımızı biraz olsun tanımanıza vesile olmak dileğiyle...


21 Eylül 2020 Pazartesi

Kehanet Vaatleri

Kadim bir kehanet...

 

21. yüzyıldan binlerce yıl sonrası...

 

Yeni halk sınıfları, uzay korsanları, yıldız kapıları, bedenler arası bilinç transferleri ve kristal teknolojileri...

 

İnsanoğlu yüzlerce gezegene yayılmış ve galaksi içindeki dört büyük ırktan biri konumuna yükselmiştir. İnanç sisteminin merkezinde yer alan kadim bir kehanet, uzayın derinliklerinde yer alan metruk bir Yıldız Kapısının özgürlük ve gücün anahtarını sakladığını vaat etmektedir. Bilinç transferi sonucunda ortaya çıkan insan ırkının iki yeni sınıfı bu güce ulaşabilmek için büyük bir mücadeleye girişir. Yetenekli ve cesur bir uzay pilotu olan Dünyalı Simon’ı bu yolda zorlu bir macera beklemektedir.

 

M. S. Asherson’ın kaleme aldığı ezoterik semboller, esrarengiz ırklar, rüya ulakları, düş kapanları ve mitolojiyle zenginleşen sıra dışı bir bilim kurgu yolculuğuna hazır mısınız ?


Kurtlar İmparatorluğu

 @sayfa_yetmezliği yazdı: Grange'in kitaplarını okurken, her sayfada "Yok artık!" diye mırıldanıp; bir taraftan kusursuz olay örgüsünün tadını çıkarırken, diğer taraftan da bu adamın coğrafya, genel kültür, tıp, tarih bilgilerine ve her kitabının yazılma sürecindeki hazırlık çalışmalarına hayran kalırdım. Dünya coğrafyasına yayılan olaylar, ülkeden ülkeye gezen karakterler ve her ülke hakkında verilen detaylı bilgiler çok şaşırtırdı. Bu kitabında iyice anladım ki ne kadar derine inebildiğinin farkında bile değilmişim.

Fransız bir yazarın kitabında, kendi ülkenin yakın tarihine dair oldukça derin bilgilere rastlayınca insan ister istemez şok oluyor. Ortalama bir buçuk yılda bir kitap yazan biri, bu kadar araştırmayı ne ara yapıyor, olay örgüsünü ne ara kurguluyor, kitabı ne ara yazıyor? Bunlar hala cevaplandıramadığım sorular.
Ancak bu kitapta öyle geniş coğrafyalar yok; olaylar Fransa-Türkiye arasında geçiyor. Bu açıdan açık ve takibi kolay olmuş. Temposu yüksek, koşuşturma içinde geçen sayfalar, iç içe geçmiş olaylar, Bozkurtlar, Fransa'da yaşayan Türk işçiler, onların mahallesi ve orada işlenen işçi kadın cinayetleri. Oldukça güzel bir okuma süreciydi.
Amma velakin; ben, şahsi olarak Grange'in kitaplarındaki korku ve gerilime tutkun bir okuyucum.
Kitabımız bu bakımdan diğer eserlerine kıyasla birazcık geride kalmış .
Lontano, Ölü Ruhlar Ormanı veya Siyah Kan'da olduğu gibi içim titreye titreye, koltuk tepesine tüneyip okumadım.
Gerçi bu açığı da yakın tarihimizden bilgiler bulmak ve olayların bir kısmının Türkiye'de geçiyor oluşu kapatmış gibi.
Tabii ki de bu tarafsız bir yorum değil, başka milletten bir okur için bu kitap o kadar da keyif vermeyebilir.
Ama bizim mutlaka okumamız gereken, okurken cidden çok keyif alacağımız bir kitap olmuş.


20 Eylül 2020 Pazar

Mücellâ

 @sayfa_yetmezliği yazdı:

“Kapak resmindeki dikiş makinesine vurulup aldığım bir romandı aslında. Çocukluğuma götürdü beni. O dikiş makinesinden annemde de vardı. Şalvar dikim günleri büyük bir eğlence ve cümbüştü benim için. Ortalıkta çiçek desenli metrelerce kumaşlar, basma kokuları... Kendime bir kumaş seçer, anneme tutunurdum "Bunu bana dik!" diye. Annem de "Sana 2 metre kumaştan da şalvar çıkıyor, 3 metrelik kumaşı ziyan ettirme bana!" diye kızardı

Ah anılar...
Neyse ben kitaba döneyim. O kadar sıradan kişiler, o kadar sıradan olay örgüsü var ki Mücella'da, daha kapak resmine bakar bakmaz kendinizi, ailenizi veya bir yakınınızı bulacaksınız içinde. Daha kitabın başından sonunu anlıyorsunuz ve bu ilk kez rahatsızlık vermek yerine okuma keyfini arttırıyor. 1920-1970'li yıllarda yaşayan Mücella sayesinde tüm ülkeyi görüyorsunuz. Çok partili döneme geçişi, kıtlık ve savaş zamanını, evlerde yanan ilk ampulün heyecanını, kaybolup giden gencecik canları Mücella anlatıyor size. Dili, konusu, anlatımı harika bir kitap. Lütfen okuyun! Kendi içinizde yolculuğa çıkmış gibi hissedeceksiniz."


Yalnızız

Mine Aksoy yazdı:

Türk klasiklerinden muhteşem bir eser. Nerden başlasam nasıl anlatsam bilemedim. Öyle harika bir kitap ki niye bu kadar geç okudum diye çokça pişman olduğum bir eser. Günümüz Türkçesine göre ağır bir dili olmasına rağmen akıcılığıyla kısa sürede kendini okutabiliyor. 

Yalnızlık, melankoli, dram, muhteşem ruh tahlilleri, Doğu-batı çatışması, madde ruh analizi, bireysellik, toplumsallık, ahlak... O kadar güzel işlenmiş ki bu temalar hayran kalmamak elde değil. 

Üç kısımdan oluşan kitapta baş kahraman Samim Bey’dir. İlk bölümde Samim ve ailesi etrafında gelişen olaylar, sonraki  bölümlerde diğer karakterlerin de katılmasıyla muhteşem bir şekilde ilerler kitap.

Samim Bey’in Simeranyası; Mefharet Hanımın şüpheciliği, evhamları; Besim’in umursamaz halleri; Selmin’in intikam arzusu; Meral ve Feriha’nın Paris aşkı...


Ve sürpriz sonlu bir kitap daha...

Okurken hayran kalacağınız ve bir sonraki kitabını merakla okumayı bekleyeceğiniz muhteşem bir eser. Sizlerin de en kısa sürede okunması gerekenler arasına alacağınız bir kitap. 

Okuyun, okutun....


 

İçimizdeki Şeytan

 Hatice Yatkın Yetişen yazdı...

Bu, Sabahattin Ali'nin okuduğum üçüncü kitabı oldu. İlk olarak, çok popüler olan Kürk Mantolu Madonna'yı okumuştum. Hassas bir insan olan Raif Efendi ile, ressam Maria Puder'in gerçek ötesi aşkı, yazarın kalemiyle nefes alıp yaşıyordu. Kuyucaklı Yusuf'ta,hayatı inişlerle çıkışlarla geçen Yusuf'un kaderiyle mücadelesi vardı ve çok acı bir hikayeydi. Bir sıralama yapılsaydı eğer, "İçimizdeki Şeytan," bence yazarın en güzel romanı.

Macide, kendi halinde yaşayan, bayağılıklardan hoşlanmayan genç bir kız. Ömer, iki yüzlü, riyakar insanların bulunduğu sosyal bir çevreye sahip, ama kendini tüm bunlardan kurtarıp, temiz bir hayata tutunmak istiyor. Bu iki insan tanışıp bir araya geliyorlar. Ömer, Macide'yi, belki de kendisini düzeltecek biri yerine koyarak seviyor. Macide' de bu düşünceye sahip. Sevdiği adamı değiştirebileceğini ümid ediyor. Ama ikisinin de düşünemedikleri bir gerçek var. İnsanların iyi yönde değişmeleri kendi içlerinde yaşanan, fakat yakınlarını da içine alıp, yaralayan büyük bir savaştır. Bu savaştan galip çıkabilecekler mi?

Bedri'nin, fikirlerin ve bilginin şahsiyet haline gelmeden, başkalarını taklit ederek gelişemeyeceğinden bahsetmesi.

Veznedar Hüsamettin'in, Ömer'e,‘’Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin,’’ demesi.

Nihat'ın, fikir aşıladığı gençleri neden daha akıllılardan seçmediğini soran Ömer'e, verdiği o vurucu cevap.

* ‘’İçimizde şeytan yok…içimizde aciz var, tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik…’’

* Dünyadaki en korkunç şey, ümidini kaybetmektir.

* Bir gün hocam bana, ‘’Zekânı mirasyedi gibi harcıyorsun,’’ demişti.

Kitabın kapağını kapattığımda biz insanlar neden kitap okuyoruz sorusunun cevabını bulduğumu hissettim. Bizler değişmek, gelişmek ve yaralarımızı iyileşmek istiyoruz. Aynı zamanda iyi bir insan, mutlu bir insan olmak istiyoruz. İçimizdeki kötülükten kurtulma, onu yok etme çabasındayız. İnsan bir sürü şeyin karışımıdır çünkü. Onun içinde iyilikte yaşar, kötülükte. Bir tarafı ağır basmaya görsün, diğer taraf hemen çeker indirir onu. İşte bu sebepten


19 Eylül 2020 Cumartesi

Bülbülü Öldürmek

 Nur Zişan Akan yazdı:

Kitabın anlatımı oldukça sade olmasına rağmen vermek istediği mesaj hatta mesajlar oldukça güçlüydü. Amerikan’ın Maycomb adlı küçük bir mahallesinde büyüdüyseniz oranın kurallarına göre yaşamak zorundaydınız. Beyazların üstünlüğünü kabul edip, siyahileri insan olarak görmemeniz gerekirdi. Ne kadar haklı olursanız olun sırf teninizin farklı olmasından dolayı her davayı kaybetmeniz gerekirdi. Belki haklı olduğunuza inanırlardı ama yasalar gereği suçlu bulunurdunuz. Herkesin eşit olduğu söylenilirdi ama bazılarımız diğerlerinden daha zeki, bazılarımız doğuştan kazanılmış daha fazla olanağa sahip, bazılarımız daha iyi yemek yapmaktaydı. Ama bu ülkede insanlar ancak tek bir durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelebilirdi. Zenginin yoksulla, budalanın Einstein ile eşit sayılabildiği tek kurum vardı oda hukuk kurumuydu. Ne yazık ki bu mahallede jüri üyeleri doğru olanı yapmayı değil, doğru bulanını yapmayı seçiyorlardı. Eğitim sistemi kalıplara bağlı olarak yürütülüyordu. Okula yeni başladığında okumayı bilmene rağmen okumana izin verilmiyordu çünkü okumayı bir sonraki sınıfta öğrenmek gerekiyordu. Küçük bir kız çocuğuysan pantolon giymen, sokakta oynaman, erkekler gibi hareket etmen yanlıştı. Bu mahallede kadınlar güzel elbiselerini giymeli, sokakta erkekler gibi oynamamalı, hanım hanımcık olmalı, kadın gibi davranmalıydı. Kadın sayılman için gerekli olan davranışları kim belirlemişti? Herkesin istediği davranışla kendini bulması ve ona göre davranması gerektiği yok sayılıyordu. Bu hayatta insanların hepsi insandı. Yalnızca tek bir tür insan olmasına rağmen insanlar birbirleriyle geçinemiyorlar, hepsi birbirine benzemesine rağmen özel bir çaba harcayarak birbirlerini aşağılamaya doyamıyorlardı. Belki de yapmaları gereken tek şey kendilerini onun yerine koymalarıydı ama başaramıyorlardı.


Kinyas ve Kayra

Nur Zişan Akan yazdı:

Yer altı edebiyatının derinlerine indiğimiz bir Hakan Günday kitabı. Bize duymak istediğimiz güzel şeyler yerine duymak istemediğimiz şeyleri yalın bir şekilde anlatıyordu. Yaşamak için kimilerinin bir çok nedeni varken kimilerinin ise hayatı ne kadar boş bulduğunu görüyoruz. Hayatta kendine yer bulamayan Kinyas ve Kayra’nın yolculuğuna şahit oluyoruz. Kendilerini hiçbir yere ait hissetmeyen, içlerindeki yokluğu gören iki arkadaşın yolculuğu.

Kitapla birlikte bir çok duyguyu yaşadım, onlarla birlikte hayatı sorguladım. “Neden” sorusuyla doluydu benim için kitap. Hayatı neden bu kadar çok seviyoruz veya sevmiyoruz? Neden ölümden korkmuyoruz? Hayata haddinden fazla neden anlam yüklüyoruz? Neden bir sonraki adımı düşünmeden yaşayamıyoruz? İçimize attığımız duygularla neden yüzleşemiyoruz? Yaptığımız bir hareketin başkası tarafından yargılanmasıyla neden ilgileniyoruz? NEDEN?




“Mutsuzluğun nedeni başarısızlıktan gelmemeliydi, hele hayal kırıklığı asla gözyaşlarının nedeni olmamalıydı.”
“Seni anlıyorum” demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada...” kendimizi tanıma yolunda olalım her daim çünkü her yeni günde sen de değişiyorsun..

Düşüncelerimizi yönlendirmenin bizim elimizde olduğunu ve onlara inanarak yapamayacağımız hiçbir şey olmadığını, istersek en kötüsünü ya da en güzelini düşünerek hayatımızı ona döndürebiliriz! İstersek neden olmasın?

“İnsanların haberdar olamayacağı, hakkında fikir yürütemeyecekleri tek şey insanın kafasının içinde koşturanlar. Ve çevrenin tepkilerinden duyulan kaygıdan dolayı dünyanın en hayalperest kişileri en iyi komşular oldular. Susmayı öğrendikleri için.”

Körlük

 Saramago’nun yazdığı bu roman bir adamın araba kullanırken ansızın kör olmasıyla başlıyor. Körlüğününün herhangi bir nedeninin olmayışı ve temasta bulunduğu herkesin körleşmesiyle devam ediyor. Dünyadaki herkesin kör olduğunu ve ihtiyaçlarını bu doğrultuda gerçekleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Kör oldukları andan itibaren karakterlerini, hayata bakış açılarını, duygularını ve hislerini kaybeden insanlar olduğunu görüyoruz. Bir sistem içerisinde zorlanmalarına rağmen devam edebilecekleri halde hayatlarını sadece kendilerine adayarak devam ettiklerini görüyoruz. İhtiyaçlarını karşılayabilmek için zor durumda kalan insanları kullanmayı, onlar üzerinden faydanlanmayı görüyoruz. Aslında hepimiz bir şekilde hayata karşı körüz. Bu körlüğün bizi etkilemediği sürece hayatı görmeye çalışıyoruz. Etrafımızda bir sürü kötü olaylar olmasına rağmen onları görmezden geliyoruz ya da gördüğümüzü sanıp daha sonrasında unutuyoruz. Hayata karşı görebilmeyi sadece fiziksel olarak algılıyoruz. Aslında hayatı daha iyi görebilmeyi, yaşanılanları daha iyi anlayabilmeyi, duygularımızı ve düşüncelerimizi daha iyi ifade edebilmeyi başarabilmeliyiz. Hayata karşı umudumu kaybetmemeliyiz çünkü “Asıl körlük, umudun tükendiği bu dünyada yaşamaktı.”

Yazan: Nur Zişan Akan


Kumarbaz

 Hayatı ve aşkı adına sürekli kumar oynayan bir adam Aleksey İvanoviç.. Sonrasını düşünmeden, o anı yaşayarak hareket eden, davranışlarının sonuçlarıyla ilgilenmeyen bi adam. Risk almak üzerine kurulu hayatında acımadan zero’ya oynayabilir, sevdiğinin bir sözüyle hiç olmayacak şeyler yapabilir. Bunların sonucunda kazanmak onun için bir anlam ifade etmiyor. Kazandığı paraları düşünmeden harcayıp en başa dönerek tekrardan kazanmak adına oynuyor. Hayatını emek vermediği paralarla kazandığı çevreyle devam ettirmeyi umuyor. Emek vermeden kazandığın paralarla birlikte emek verdiğin bütün paraları kaybedebileceğini unutmamalı insan. Kitaptan çıkabileceğimiz sonuç ise hayatımızda elimizdekiyle yetinmeyip, hep daha fazlasını isteyerek hırsımıza yenik düşüyoruz. Elimizdekiyle mutlu olmayıp hep daha fazlasını arzuladığımızda sonuç hüsran ve karamsarlık oluyor. Hayatımızı bu karamsarlıklar içerisinde geçirerek kendimize eziyet ediyoruz.

Yazan: Nur Zişan Akan


Şeker Portakalı

Şeker Portakalı, okumaya o kadar geç kalmışım ki seni, o kadar eksikmişim ki seni okumadan.

Hep duyuyordum adını sağdan soldan ama hiç okuyamadım fırsat bulamadım seni okumaya. Her yerde görüyordum seni Şeker Portakalı ve en meşhur karakterin olan Zezé’yi. Her gördüğümde gerek kapağı, gerek adı, gerek kahramanlarının adları ile o kadar eğlenceli bir kitap diye başladım ki seni okumaya anlatamam. Ama gelgelelim ki kitap bittiğinde kendimi ağlarken buldum oturduğum yerde. Anladım ki bir çocuğun sevgiyi ölçme aracı şiddet, dayak olmamalı ve bunu bana en güzel sen anlattın Zezé.

Ah Zezé benim en küçük öğretmenim. O kadar etkiledi beni duruşun o küçücük kalbine koskoca dünyaya sığdırmış olman. Yaptığın yaramazlıklardan dolayı yediğin dayaklara rağmen hala hayallerine sonsuz derece bağlı kalman ile fethettin beni. Herkese, o çocuk gönlünde yetişkin gözlerle bakışın beni o derece etkiledi ki ne desem az kalır. Kimsenin kimseyi düşünmediği şu hayatta senin küçük portakal ağacın için bile göz yaşı dökmen o güzel vicdanını öyle güzel anlatıyor ki. Seni seviyorum Zezé her ne kadar beni ağlatsan da bunu o masumluğuna, o acılı yanına veriyorum senin.

Gloria minik Zezé’min koca yürekli ablası. Onu en çok koruyup kollayan, anası babası olup kol kanat geren. Onun en çok sevdiklerindensin sen çünkü sen ona vurmuyorsun ve Zezé henüz sevgiyi şiddet ile ölçebiliyor. Sen, onu ona vuranlardan koruyan biricik ablası. Sen bizim bu kitaptaki üçüncü kahramanımızsın.

Portuga işte kitabın ikinci kahramanı. Küçük öğretmenimin büyük adamı, en acılı yanı. Portuga, Zezé gibi bir çocuk için en zor isteğinin sahibi sensin. Ona vicdanı sevgiyi sen öğrettin hem de hiç vurmadan ona sadece sarılarak, onun acısını sararak öğrettin sen sevmenin ne demek olduğunu. Zezé sende farklılaştırdı sevmeyi ölçme aletini. Ona hiç ötekiler gibi bakmadın sen onun için hiç öteki olmadın. Sen aslında Zezé için sadece bir hayaldin güzel bir hayal ve o küçük yaşında ulaştığı tek hayal. Yalnız Portuga ona en büyük acıyı yaşatan da sen oldun en çok üzen o minicik kalbini en çok yaralayan sen oldun.

Ve daha kişi var bu kitabın o güzel hikayesinde yer alan ve bir çok  dostu var Zezé’min ama diğerleri kitabın içinde gizli kalsın. Okudukça görün bakalım Zezé’nin gönlünü kimler yaralamış ve kimler yamalamaya çalışmış. Eğer soracak olursanız sen bu kitapta en çok kim olmak isterdin diye Zezé’nin babası olmak isterdim belki bir şeyleri değiştirmek için belki de o güzel yüreği yaralanmaması konusunda önüne set olmak için… belki de Zezé’yi çok iyi anladığım ve onu kurtarmak istediğim için…

KEYİFLE DALIN BAŞKA DÜNYALARA…

Yazan: Göknur Aktağ


A-mâk-ı Hayal

Hayalin Derinlikleri... Bu kitap üzerine sözlenecek o kadar çok söz varken ne yazacağımı bir an bilemedim.
Kendini kaybetmiş, varlık sebebini merak eden bir insanla başlıyor kitabımız.

Raci avare avare dolaşıp kendinden geçmişken Aynalı Baba ile yolları kesişiyor, Aynalı bizlere öyle dersler veriyor ki günümüzde bu derse ihtiyacı olmayan tek bir kişi olduğunu sanmıyorum. Aynalı delice giyinen boynuna aynalar asan, eteğine tenekeler bağlayan bir alim, dış görünüşün aksine içinde bir cevher saklı. Aynalı Baba ile tanışınca önyargılarımdan utanıyorum.

Gelelim kitabın ama karakteri Raci'ye, Raci kendini bulma yolunda Aynalı Baba'nın yardımı ile hayal alemlerinde dolaşıyor; kah Buda'yla Hiçlik Zirvesi'ne kah Yunan Tanrılarının  bulunduğu Olimpos Dağı'na kah Hürmüz ile Ehmiren' in savaş meydanına ve daha bir çok yere gidiyor.

Raci hakikatin pişinde kendini ararken biz de onunla beraber bir gerçeküstü romanın tadını çıkarıyoruz.

Yazan: Şevval Şüheda Deniz 


Makabil

 Size Korkmaz Korkmaz’ın yazdığı polisiye türde raflarda yerini alan “Makabil” kitabından bahsetmek istiyoruz...

“Sizden uyulmasını istediğim tek bir kural var, o da bu konu hakkında tek kelime bile etmemeniz.”

Bir cinayeti çözmek mi daha zordur yoksa onu kurgulamak mı?

Aralarında yıllardır süregelen bir rekabet olan iki dedektif, araştırılması gereken bir cinayet ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir polis…

Sonunu asla tahmin edemeyeceğiniz bu romanı bitirdikten sonra, gerçeğin ışığıyla kitabı yeniden okumak isteyeceksiniz…

Belki de emin olduklarımız emin olmamızı istedikleri içindir, ne dersiniz? 


18 Eylül 2020 Cuma

Aktopetist Derin Kehanet


 Size Mete Özkoç’un yazdığı fantastik türde bir kitaptan bahsetmek istiyoruz.

Aktopetist Derin Kehanet

Morensus gezegeninin yüksek aktopetist enerjisine sahip Tengrisos Dağı’nda yaşayan Visyus, bir Yüce Zorgan olarak hayata geldi. Hayatını annesi ile geçiren Visyus, kendini bildi bileli bir an önce on altıncı varoluş gününe gelip aktopetistin enerjisi ile ilk kez buluşarak, sihirli güçlerini hep daha ileri seviyelerde kullanabilme hasreti içerisinde yaşadı. On dördüncü var oluş gününde, Zorgan ırkından farklı başka gezegenlerde yaşayan iki ayrı ırkın daha olduğunu büyükbabası Algaryon’dan öğrenen Visyus, Tankur ırkı ile savaşacak güce bir an önce sahip olmak için gün saymaya başlamıştı. Bu sıralarda; Visyus, kuzeni Sogouelle ve en yakın arkadaşı Toloryon, olmamaları gereken bir yerde ve zamanda, öğrenmemeleri gereken bir şeyi keşfetmekle çok büyük bir hataya düşmüş olduklarında, artık iş işten çoktan geçmişti. Algaryon, bunu öğrendiği zaman her birine ağır cezalar verdi ve belki de içlerinde en tehlikeli cezayı Visyus aldı. Aktopetistin yoğun enerjisi ile karşılaşması için on altıncı varoluş günü beklenmeyecekti. Bu iş, on beşinci varoluş gününde olacaktı ama tek dilekleri vardı; genç Visyus bu enerji karşısında ölmemeliydi. 

NAZRA

 Nazra, insanın yüreğinden geçen tüm duygulara dokunan, hayatın içinden çıkmış, hislere tercüman şiirlerle donanmış bir kitap...   

Bazen...

Sadece susuyor insan.

Ne konuşmaya dönüyor dili,

Ne de kelimelerle oynamaya istekli…

Bir yüreği kalıyor elinde,

Bir de içinde çığlıklara boğulan sessizliği…

Ve bazen,

Bir tek bakış yetiyor o derin sessizliği bozmaya,

Tek bir bakış, sustuklarını konuşmaya…


17 Eylül 2020 Perşembe

Tutunduğum Yakamoz

 

“Haydi hep birlikte yakamozlara tutunalım.” 

Aşk bir şiir mi? Belki hayat devam ediyor belki nefessizim her acı bir tecrübe; ben artık ucu kırık kalemimle sararmış kağıtlarıma acımı tecrübeli bir şekilde büyük harflerle "HAYDİ HEP BİRLİKTE YAKAMOZLARA TUTUNALIM." demek istiyorum...

Tutunduğum Yakamoz... Doğukan Kaçan’ın kaleminden bir şiir kitabı... Kitapçılarda! 📚

14 Eylül 2020 Pazartesi

Bu Hayat Senin

 


Dün akıllıydım,

dünyayı değiştirmek istedim.

Bugün ise bilgeyim, kendimi değiştirdim.”

Hz. Mevlana

 

Dışarıdan nasıl görünürse görünsün herkesin içine döndüğü, mutsuz olduğu, kafasının çok karışık olduğu anlar, dönemler vardır, olmaması da mümkün değil.

 ☘️İnsanlarla ilgili yaşadığı büyük sıkıntılar, hayal kırıklıkları ve mutsuzluklar onu hayatından bezdirmişti.

Neredeyse kimseye güveni kalmamış, kırılmış, incinmişti. Aynaya bakıp daldı gitti.

‘Biz kimiz? Neden doğduk? Neden varız? Neden yaşıyoruz? Ve neden ölüyoruz?

Sen kimsin? Ailen kim? Ne için geldin dünyaya? Biz istemedik ki doğmayı, yaşamayı, acı çekmeyi, ölmeyi,’ diye düşünüp sorgularken, tam çıldırmaya az kalmışken kapıdan gelen yüksek bir sesle irkildi, kendine geldi. Çok kolay olmasa da artık farklı bir bakış açısıyla devam edecekti hayata.

 Elinizdeki kitap, büyük umutsuzluklar silsilesi içinde müthiş bir toparlanma hikâyesi…



13 Eylül 2020 Pazar

Hızlı Okuyan Kurtçuk


 Yüksek lisans tezinin uygulama aşamasında öğrencilere hızlı ve anlayarak okuma tekniklerini eğlenceli bir şekilde anlatmak amacıyla yazdığı öyküyü kitap haline getiren Türkçe Öğretmeni Betül İlter, macera dolu bir kurgu içinde okumayı sevdirirken öğrencilerin, farkına bile varmadan doğru okuma teknikleri ile donanmalarını amaçlıyor.


Epsilon Yayınevi tarafından basılan kitap; 8 yaş ve üzeri için uygundur.

Biçimsel özellikler: 
96 sayfa, sert kapak, renkli, resimli öykü. 

Konu:
Ali ve yaramaz kurtçuk karşılaştığında her ikisi de birbirinden çok korkar. Kitap okumayı sevmemek gibi bir ortak özellikleri olduğundan henüz haberdar değillerdir. Panik içinde Ali 'den kaçan kurtçuk, odadan çıkış yolu bulamayınca hâlâ peşinde lan Ali'yi atlatabilmek için geceyi kitaplıktaki bir kitabın arasında geçirmek zorunda kalır. Tesadüfen arasına girdiği bu Hızlı ve Anlayarak Okuma Teknikleri kitabından ayrıldığında o artık yaramaz kurtçuk değil, HOK (Hızlı Okuyan Kurtçuk) adlı bir süper kahramandır ve başta Ali olmak üzere kitap okumayı sevmediğini düşünen tüm çocuklara öğrendiği gerçekleri anlatmak ve kitap okumayı sevmelerini sağlamak en büyük amacıdır. 

Arka Kapak Yazısı: 
Kitap okumayı sevmeyen bir çocuk ile aynı  dertten muzdarip yaramaz bir kurtçuk! 
Onları buluşturan bir elma ve  heyecanla başlayan macera dolu bir kovalamaca. 
Bu kovalamacayla  hayatlarının değişeceğini ikisi de tahmin edemezdi. Üstelik hayatı değişen yalnızca onlar da değildi! 
Başka kimlerin mi değişti? 
Kim bilir, belki de seninki... 

Eğitimci  yazar Betül İlter hızlı okuma tekniklerini  işlediği bu 
heyecan ve eğlence dolu hikâyeyle tüm çocukların okuma ve 
anlama düzeyinde yepyeni boyutlar açmayı amaçlıyor.

11 Eylül 2020 Cuma

Çöpsüz Köy

 "Doğa bizim çöplüğümüz değil." 

Gittiği köyde hiç çöp kovası olmadığını fark eden küçük bir kız ve bu gizemi çözerken büyük bir uyum ile işleyen doğayı keşfetmesi. 

Kitaplarla, hayvan sevgisiyle, dostlukla tanışan çocukların heyecanlarına ortak olacağınız hikayeler sizlerle. 

Doğa uyumla, sihirle, sevgiyle dolu. Ne kadar erken yaşta tanışırsak o kadar değerini biliriz. Bırakalım çocuklarımız hayal kursun. Bir kedi doktor, bir karga kral olsun. Mesela yıldızlar konuşsun. Bir çocuk çok meraklı olsun, bir çocuk yapamadığı ödevi için bir sihirle karşılaşsın. Çok sevdiğimiz kekin sırrını öğrenelim, ağaçtan düşerken bir çift göz görelim. Hayal kuralım. Okuyalım, daha çok hayal kuralım. Hayatımızdan hayaller ve kitaplar eksik olmasın. Çocuklara ve içindeki çocuğu koruyanlara armağanımdır diyor yazar Armağan Can...





10 Eylül 2020 Perşembe

Perdesiz Hayatlar

 “Yağmur yağıyordu. Yol kenarında taksi beklerken düşüncelere daldı. Duygusuzca yaptığı bu eylemden pişman olmuştu ama yapmaktan da kendini alıkoyamamıştı. İntikam böyle mi alınıyordu? Asıl istediği şey bu muydu?


Bu durumdan hoşlanıyor muydu? Zevk alıyor muydu? Sorular arttıkça aklı daha da karışıyor, yaşadığı hayatın ne denli anlamsızlaştığını çözümlüyordu."


 Tümay, Ali, Kerem, Emir… İsimlerin hiçbir önemi yok. Herkes, gözlerin göremediği, kulakların duyamadığı bir başka hayatı yaşar. Perdelerin ardında, başka bir hayatı gizler insanlar. Cemal Danacı, Perdesiz Hayatlar'da bize, bu hayatlardan bazılarını, tüm gerçekliğiyle ve perdelerinden arındırarak sunuyor.

9 Eylül 2020 Çarşamba

ÇERAĞ

 Bu kitapla birlikte hepimizin hayata bakış açısı değişecek. Yüzyıllar öncesinden bugüne; ilimde, bilimde, ticarette, siyasette, sanatta ve yaşamın her alanında, insan olmanın sırrına eren isimlerin hikâyeleri hepimize birer ışık olacak.



 

"Bir avuç toprak, biraz da suyum ben,

Neyimle övüneyim, işte buyum ben!.."


Asya ortalarından Anadolu'ya uzanan bir aydınlanmanın hikâyesidir Çerağ Her biri insanoğlunun yoluna bir ışık, bilinmezlerine bir cevap, "aşk" ateşine bir kıvılcımdır.
Bu kıvılcım, yüzyıllar öncesinden bugüne Hoca AhmedYesevî, Hacı Bektâş-ı Velî, Tapduk Emre, Yûnus Emre, Ahî Evran Velî, Nasreddin Hoca, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bayram Velî, Akşemseddin ve Pîr Sultan Abdal gibi isimlerle uzandı.

 

Güven Ada’nın 100’ün üzerinde kaynak eser tarayarak kaleme aldığı iki yıllık özverili bir çalışmasının sonunda ortaya çıkan kitabı Çerağda 10 önemli Çerağ yer alıyor. Her ne kadar bu isimlerin hayatlarından kısa alıntılar yapılmış olsa dönemli olan hayata dair verdikleri mesajlar diyen Güven Ada, “Pandemi döneminde hepimiz kendimizi ve hayatımızı sorguladık. Niçin yaşıyoruz, nereye varacağız, varoluşumuzun amacı ne gibi.. İşte Çerağ, bu sorulara yanıt veriyor ve bizleri iyi insan olma ve “ben”likten sıyrılıp, “hiç”liğe varma yolunda  öğütlüyor diyor.


Güven AdaÇerağ- Aşk Ateşini Yakanlar” da ilimde, bilimde, ticarette, siyasette, sanatta ve yaşamın her alanında, insan olmanın sırrına eren bu isimlerin hikâyesini, kıvılcımları yüzyıllar daha yaşasın diye anlattı.