28 Kasım 2020 Cumartesi

Yanlış Bilinen 150 Şey


 İnsanlar 5 duyuya sahiptirler YANLIŞ!

Molière sahnede ölmüştür YİNE YANLIŞ

Kleopatra Mısırlı bir kraliçedir HER DAİM YANLIŞ

Aşılanmış fikirlere, önyargılara, söylentilere ve bize hayatı zorlaştıran diğer efsanelere son vermek için Louis-Guillaume Kan-Lacas büyüklere olduğu kadar küçüklere de hitap ediyor. Dünün ve bugünün bilgilerini yeniden oluşturmak maksadıyla bütün konuları gözden geçiriyor. 

Yazar, bilinmesi gerekenler üzerine, söylenti ağının en büyük başarılarından bazılarını mizah ve sadelikle yeniden ele alıyor, genel kültürünüzü geliştirirken emin olduğunuz bilgileri sarsıyor.

27 Kasım 2020 Cuma

Martin Eden

 HATİCE YATKIN YETİŞEN / MARTIN EDEN


Martin Eden,
 işçi sınıfından, sıradan görünen bir adamdır. Sıradanlığını aştıran ilk şey, kendini yetiştirip, kitap okuması, (çevresinde bu tür insanlar yok) ikincisi ise âşık olmasıdır. Burjuva kesiminden Ruth ile tanışması, önünde büyük ufuklar açılmasını ve aşk için neler yapabileceğini fark etmesini sağlar. Artık bir amacı vardır. Büyük bir yazar olacak, başarısıyla sevdiği kadına ve çevresine kendisini kanıtlayacaktır. Bu uğurda çalışmaya, hayatını buna göre dizayn etmeye başlar. Çok az uyuyor, uyanık olduğu tüm zamanını yazarak ve yazdıklarını dergilere göndererek geçiriyordur. Başarmak için ne mümkünse yapar. Ona inanan tek kişi ise, yine kendisidir. Çevresindeki insanlar tarafından aylaklıkla ve boş işlerle uğraşmakla suçlanır, yine de kararından dönmez. Bu uğurda her şeyini harcamışken, gerçekten başarabilecek midir?

Bu kitabın Jack London'ın bir nevi otobiyografik romanı olduğunu bildiğimden süzgeçten geçirerek okudum. Yazar, tıpkı Martin Eden gibi her işte çalışmış ve yazmaya karar verip bu uğurda ne mümkünse yapmış birisi. 

Yıllar önce London'ın, "Vahşetin Çağrısı," kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. Kitapta, yazarın altın arayıcılığı yaptığı zamanlardan izler vardı. Bu da şunu gösteriyor ki yazarlar, ne kadar farklı hayatları görür, ya da yaşarsa bir o kadar başarılı oluyorlar.

Bu kitap adeta, elden düşürülmeyecek bir kişisel gelişim kitabı. London, bir insanın herhangi bir alanda başarılı olması için ne yapması gerektiğini ve yöntemlerini adeta listelemiş. Böyle bir adanmışlık ne duyulmuş ne de görülmüştür.

 

*"Ben hasta bir adamım-yok, bedenim değil, ruhum, beynim hasta. Tüm değerlerimi yitirdim."

*"Beni şaşırtan insanların beni şimdi istemeleri, beni ben olduğum için istemediklerine şüphe yok."

*Henley'in dizelerini hatırladı: "Bana kalırsa hayat, bir gaf ve utançtır."

*"Aşk, yayımlanmış kitaplar ve şöhretten beslenecek kadar berbat bir şey mi?"

*"Beni, hayatın bütün değerlerinin gerçek dışı, sahte ve bayağıolduğu güvercin yuvası kadar bir yaşamın içine sıkıştıracaktın."

*"Yaşamdan hiç korkmadım ama yaşama doyup yaşamaktan bıkacağımı hiç düşünmemiştim."

*Brissenden: "... Seni kitaplar okumuş başka adamlarla tanıştıracağım."

Martin: "... Böyle adamlarla tanışmak hayatı daha bir yaşanılır kılıyor."

Futbolun Mantıkla Yüzleşmesi



“Futbolun Mantıkla Yüzleşmesi” isimli kitabımızda; futbolu daha izlenebilir, daha keyifli, daha heyecanlı bir hale getirmek ve futbol kurallarını daha mantıklı bir düzleme oturtmak adına bazı öneriler kaleme alınmıştır. Bu önerilerden hiçbiri gelişigüzel bir şekilde kaleme alınmamıştır. Önerilerin hepsi etraflıca düşünülmüş, araştırılmış ve mantık süzgecinden geçirilmiştir. Bu önerilerden bazılarının konu başlıkları şunlardır:

- Futbolun 11’e 11 Saplantısı

- Puanlama Sistemi

- Golün Sayısal Değeri

- Ceza Sahasının Şekli

- Oyuncusu Kırmızı Kart Gören Takımı Eksik Bırakmak

- Oyundan Çıkan Bir Oyuncunun Tekrar Oyuna Girememesi

- “VAR”ı Islah Etmek

Ancak şu da var ki fikirlerin ya da buluşların en güzel halleri, onları ilk kez ortaya çıkaranlara ait olmazlar. Fikirler ve buluşlar, zamanla ve başka insanların sağladığı katkılarla mütemadiyen gelişirler. Nihayetinde en güzel uçağı Wright kardeşler yapmadı ya da en güzel telefonu Graham Bell üretmedi. Onlar sadece bu fikirleri ilk kez ortaya koyan kişiler oldular ve bu fikirlere ait ilk prototipleri yaptılar. Sonrasındaysa bu fikirlerle alakadar olan diğer insanlar bu fikirleri alıp daha ilerilere taşıdılar ve daha güzel ürünler ürettiler. Keza biz, bu kitaptaki görüş ve önerilerin futbolseverlerin katkılarıyla çok daha iyi bir hale geleceğini ve bu sayede de futbolu, ileride yaşanması muhtemel olan, bir krizden kurtaracağını düşünüyoruz.

Özetleyecek olursak: Biz; futbolun ciddi bir değişime ihtiyaç duyduğunu, eğer üzerinde titizlikle çalışılırsa bu değişimin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebileceğini ve futbolseverlerin bunu hak ettiğini düşünüyoruz.


 

Dino Zor

 Dino-zor 

Neşe Kınalı tarafından yazılan ve Gözde Eyce’nin resimlediği zorluklar ve zorlukları çıkaranlarla ilgili… 

Masal ve Seramik Evi Yayınları’ndan çıkan kitabın editörü ise Edibe Koç… 

Dino günlük yaşamına devam etmeye çalışan birisidir. 

Yaşamın çatışmaları arasında gidip-gelirken en çok zorlandığı şey ise toplumun ona olan baskısıyla ve önyargılarıyla mücadele etmektir. 

Dino, zorlansa da ona her zaman ve her mekanda söylenen “Dino zor” yargısıyla baş etmeye çabalar ve başarır da. 

Küçüklüğümüzde yapamayacağımızı, gücümüzün yetmeyeceğini öğreniyoruz ailemizden, komşularımızdan ve arkadaşlarımızdan. 

Neşe Kınalı birlikte yaşadığımız toplumun bu özelliğini ince görmüş diyebilirim. 

Dino-zor adlı kitapta yetişkinlerin bir şekilde çocukların özgüven, başarma ve yapabilme duygularını nasıl olumsuz etkilediğini göreceksiniz. 

Sonrasında hem çocukluğunuzun yetişkinlerini hem de kendi yetişkinlik davranışlarınızı fark edip kendinizle ilgili bir sorgulama sürecine gireceksiniz. Kim bilir bu sorgulama süreci birçok çocuğa daha farklı yaklaşmanıza neden olabilir. 

Keyifli okumalar… 

Murat Moroğlu


21 Kasım 2020 Cumartesi

Gavan

 Ayrılığın ne kadar zor olduğunu o zaman anlamıştım. Buraları ne kadar çok sevdiğimin farkına o zaman varmıştım. Zaten insanoğlu elinde olan şeyin kıymetini onu kaybetmeden anlayamazdı. Bir şeye sahipken, onun verdiği sarhoşluk anca onu kaybedince geçerdi. O sarhoşluk geçtiğinde mutluluk ve huzur, yerini pişmanlık ve çoğu zamanla gururla bastırılan özleme bırakırdı. Bu durumdaki insanların düştüğü yalnızlık çukurunda ki en iyi arkadaşı yine kendisi olur fakat bu arkadaşın içinde yaşadığı süre kendi ömründen eksilecekti.  Sürekli yaşanmışlıkları hatırlatıp onları kaybetmiş olmanın büyüttüğü güvensizlik duygusu insanın en güzel duygularını köreltip onların katili olacaktı. Bu duyguları bir daha yaşayabilirdi ama hiçbirini olduğu gibi değil, yarım yamalak bir şekilde yaşayacaktı. Yeni yaşanmışlıklarla o duyguları hissederken, aynı anda aynı duygudaki geçmiş yaşantılar onu rahat bırakmayacaktı.

Velhasılkelam, kötü anılar kendini unutturup bir ömür boyu karşımıza çıkacak.

Bir çobanın başından geçen olayları konu alan Gavan mekan olarak Van-Erciş’te geçiyor. İngilizce Öğretmeni Hakan Çelebi doğunun kültürünü, klişelerini, günlük yaşamını ve batıl inançlarını bu kitapta yansıtmaya çalışmış... Gavan kitapyurdu.com ‘da


20 Kasım 2020 Cuma

İkna Etmek İçin Yazmak

 İkna Etmek İçin Yazmak, neredeyse herkesi hemen hemen her konuda ikna etmek için yazılmış eğitici rehberler ve tavsiyelerle doludur. Bu kitap; yazarlara, öğrencilere, eğitimcilere ve hatta iş başvurusunda bulunanlara ikna edici şekilde yazmanın en önemli inceliklerine dair kılavuzluk ediyor.

Okuyucularla bütünleşmenin en temel prensiplerini ortaya döken “İkna Etmek İçin Yazmak”  en bilindik anekdotlar ile en pratik ve en uygulanabilir tavsiyeleri bir araya getiriyor. Bunu yaparken de günümüz 21. yüzyıl dijital medya kalabalığı ve gürültüsünün üzerine çıkarak etkileyici şekilde iletişim kurma sanatını oldukça anlaşılır bir dille aktarıyor.


Hayalet Avı

Seni kendime benzetiyorum. Dimdik ayakta durmaya çalışsan da biliyorum ki benim gibi yorgunsun. Kolay değil, asırların ağırlaşmış şahitliği var üstünde, belki kitaplara bile konu olmayan. Ama değişmeyen tek şey güzelliğin. Ne çok âşığın, ne çok peşinde koşanın oldu. Sense kimseye yüz vermeyen çekici ve ulaşılamayan kadın rolünü oynamayı hiç bırakmadın. Ama bak işte gün geldi, senin de kalbini biri fethetti...”

Sorulardan çok cevapların bilinmezi doğurduğu, çözdükçe düğümlenen, açmaya çalıştıkça birbirine geçen; haklıyla haksızın, suçluysa suçsuzun, güçlüyle güçsüzün iç içe geçtiği Hayalet Avı’nda yazar İrem Reisoğlu Beyhan tüm olasılıkları yalın ve akıcı bir dille aktarırken düğümün en zor kısmını okurlara bırakıyor: Gerçeği.

 Sonuna kadar merak ve heyecanla okuyacağınız bu hikâyede gerçeği bulmaya çalışırken yolunuzu kaybederseniz hatırlayın: Gerçeği bulmak istiyorsanız her şeyden şüphe duymalısınız...


19 Kasım 2020 Perşembe

Aralık Ayının Kitabı

Aralık ayının kitabı...

Kitap Okuyan Çocuk Yetiştirmek

İnstagram Analiz tarihi: 30 Aralık 2020

Saat: 21.00


16 Kasım 2020 Pazartesi

Kozadan Kelebeğe

 Herkesin hayatında inişli ya da çıkışlı birçok olaydan sonra elde edilen bir başarı vardır. 

Başarıya ulaşanlar geçmişte yaşadıklarını çoğu kez hatırlamaktan kaçınırlar. Ama bu kitapta başarıya ulaştığı hâlde geçmişiyle bağlarını koparamayan, kendiyle barışık birinin hikâyesi var.


Öyle birisi ki sizlere hem kahkaha attırıyor hem hüzünlendiriyor. Yazar, pambuk prensese gözyaşlarını silmesini tembih ederken, size de aynısını fısıldıyor. Kozadan Kelebeğe satırlarında 80’ler mağduru Sabuha’nın sobalı, sıcak ve mutlu evine bir yolculuğa çıkacak ve en sonunda onunla birlikte valizinizi hazırlayacaksınız. Onun adı Sabuha, umudun gücünü onunla birlikte keşfedeceksiniz!

13 Kasım 2020 Cuma

Kitap Okuyan Çocuk Yetiştirmek

 Bir çocuğa okumayı nasıl sevdirirsiniz?  Bu kitabı okuduktan sonra kitap okumayı sevdirmek sizin için çok kolay olacak. Bazı çocuklar kitap okumayı sevmez, bazısıysa kitabı elinden bırakmaz. Her ne olursa olsun çoğu aile çocuğunaa kita sevgisi aşılamak için yapabilecekleri şeyleri merak eder. Çocuğunuz kitap okuyorsa işler sizin için biraz kolay olabilir. Kitap okumaya isteksiz bir çocuğa ilham verecek bir kitap bulmaksa sandığınızdan zor değil. Megan Daley sorularınıza yanıt bulacağınız  ödüllü kitabı “Kitap Okuyan Çocuk Yetiştirmek" ile karşınızda. Kitap aşığı çocuk yetiştirmek isteyen aileler ve eğitimciler, bu kitap tam size göre.  #yarındansonra #orendakitap #okuma #kitap


10 Kasım 2020 Salı

Ateş Kuşu Altın Anahtar

 Kuşların kraliçesi İridis’in kaplan kralın oğlu Terra’yla ilişkisinin ortaya çıkmasıyla, hem Aves Terris hem de TigrisTerris krallıkları karışıyor. Kızının kaplanlara esir düştüğünü öğrenen Kral Fortis yönetimi devralıyor ve geçmişten gelen hesaplaşmalar gün yüzüne çıkıyor. Ateş Kuşu Altın Anahtar’da tansiyon hiç düşmüyor. 

Ateş Kuşu Serisi’nin ilk kitabı olan Altın Anahtar, fantastik kurgu seven okurların keyifle okuyacakları, okurken başka bir dünyaya gidip geri gelmek istemeyecekleri bir roman. 

Ateş Kuşu Altın Anahtar… Elif Nur Yıldırım’ın kaleminden… Tüm seçkin kitapçılarda!


9 Kasım 2020 Pazartesi

Ağlamayan Çocuk

 Bilim kurgu sevenlere, dram, psikolojik, sosyolojik, felsefi kitap okumayı sevenlere, macera ve aksiyon sevenlere bu hikâyede her şeyi bulacaksınız. Bu hikâye sizin hikâyeniz değil çağımızın çok ötesinde doğaüstü güçlere sahip olan Mikail’in hikâyesi. Mikail’in yeteneklerini gördükçe ve hayatı, insanları çözümleyişini ve de gelecekle ilgili öngörülerini okudukça şaşıracaksınız.


Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor Musun

 Size Nilüfer öğretmenimizin kitabından bahsetmek istiyoruz. 

Küçük bir sahil kasabasındaki belediye başkanlığı seçimini kazanan Rosa büyük bir değişim başlatır. İlk işi bir festival düzenlemek olur. Başkanın seçilmesiyle kasabada işler bir anda karışmaya başlar. Bir yandan kostümlü festivalde yaşananlar, diğer yandan başkanı gönderme girişimleri bir dünya metaforuna dönüşür.

Erkek egemen dünyada, bastırılmış kadınlar ‘‘hayır’’ demeye başladığında hangi sorunların düzeltilebileceğini hayal etmelisiniz. ‘‘Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor musun’’ bu ciddi meseleyi anlatmak için çok etkili bir yöntem kullanıyor: Kara mizah. Hemen her sayfasında gülümserken kendinizi sorgulayacaksınız.

#SenBenimKimOlduğumuBiliyormusun 


Doğmadan Ölenler

 Doğmadan Ölenler; bir solukta okunup bitirilecek mükemmel bir kitap. Baştan sona heyecan hiç hız kesmeden ilerliyor. Çok sade ve yalın bir anlatımının yanı sıra insanı derin düşünceye daldıracak cümleler gözden kaçmıyor. (“Hatıralar da ölür. Öldürmediğin her şey seni öldürür.” “Bazen ölümün kolaylığı ile yaşamın zorluğu arasında bir tercih yapmak zorunda kalır insan. Bu vaziyette zoru seçmek, ne büyük ahmaklıktır.”)

Olay örgüsüne bakıldığında ilk başta sanki bir kan davası hikâyesi okuyacak gibi düşünüyoruz ama hiç öyle değil. Her şey kitabın ikinci kahramanı Halil’in bir gece yolculuğunda dinlenmek için mola verdiği, bir yol kenarında başlar. Duyduğu tuhaf seslerin ne olduğunu anlamak için arabasından inen Halil; kaza yapmış bir araba ve içinde sıkışmış yardım isteyen üç kişiyi bulur. Hiç tanımadığı bu insanlara önce yardım için cankurtaran ve jandarmayı arama ister fakat daha sonra bir şok geçirir... Aynı gece ise Halil’in yolu kitabın ana kahramanı olan Seher ile kesişir. Seher’in hayatı ise başlı başına bir trajedi. Oldukça güçlü, güzel ve varlıklı olan bu kadın, bazı sorunlarında dolayı çocuk sahibi olamaması onu akla hayale gelmez yollara başvurmaya iter.

Bu yollardan birisi ise kitabın bir diğer kahramanı Meral’in karnındaki çocuğa kendince mantıklı ama herkesin karşı çıktığı bir sebeple el koymaya kalkması. Durumun böyle olması büyük bir savaşı başlatır. Çünkü Meral sıradan biri değildir. İki güçlü kadın arasında başlayan savaşta kimse kazanamaz. Yazarın “Yeşeren çiçeği sulayan, o çiçeği elde etmek isteyenler ile o çiçeği vermek istemeyenlerin kan ve gözyaşından başka bir şey değildi.” deyişiyle bu savaşın acımasızlığı anlatılmış. Müthiş gerilimli olay örgüsüyle okuyucuyu adeta içine çekiyor bu kitap. 

Doğmadan Ölenler... Halit Yazıcı’nın kaleminden... Tüm kitapçılarda...


7 Kasım 2020 Cumartesi

Başka Alemin Dilencisi

 Delik ayakkabısı ile koşuyordu köşesine. İki büyük çöp kutusunun arasına çömelmiş, elleri ile başını iki yandan sarmalamış, tekrar ediyordu durmadan: “Nedir bu sır! Nedir, nedir, nedir…” diyerek uyuşuyordu ayakları. Tırnaklarının içindeki siyahlık da şahitti bu yalvarışına. Kalabalık yoktu dışarıda. Soğuk bir hava, ardından, çözemediği mesajın acısı olan titremeler… Üşümek güzeldi belki de. Üşümekten daha ağırı, delik ayakkabısından izin almadan girecekti içeri. Midesi bomboş, dudakları kupkuru, ceketi yamalarla arkadaş bu adamın istediği, sadece anlamaktı bu mesajı: Neden gökyüzü her akşam bağıra bağıra kararıyor?

Başka Alemin Dilencisi... Tamu Karaağaç’ın kaleminden... Tüm kitapçılarda!


6 Kasım 2020 Cuma

Efsane Futbol Takımı

 Eğitimci-Yazar Fatih TUNCAY’ın yeni kitabı

 “EFSANE FUTBOL TAKIMI” 
Bilgi Yayınevinden çıktı.
.........................................
Burası “Efsane Futbol Okulu.”
Dünyanın dört bir yanından gelen yetenekli çocuklar, bu okulda buluşuyor: Messi, Ronaldo, Neymar, Virgil Van Dijk, Cengiz, Kevin De Bruyne, Eden Hazard, Agüero, Neuer ve daha nicesi...
Sen de bu okula katılmaya hazır mısın?
...........................................

Bu romanı okumak için futbolu sevmenize de gerek yok. Hangi yaşta olursanız olun sizi konusu, içtenliği ve kurgusuyla büyüleyecek...

“Futbol, kuralları ve taktikleriyle hayatın bir yansımasıdır” 
Fatih Tuncay


4 Kasım 2020 Çarşamba

Ötekiler- Tılsımın Ateşi

 Eğitimci- Yazar Asuman Sarıtaç’ın kaleminden fantastik bir roman...

 Beyaz golanlar, siyah golanlar ve âdemkızı Reşha...

Birbirinden ilginç on iki golan ülkesi...

Gerçekleşmesi ümit edilen bir kehanet...

Kehaneti gerçekleştirecek Asil Komutan...

Ve Ak ovada siyah golanlarla beyaz golanlar karşı karşıya...

Aşk, ihtiras, ihanet, kin, intikam, merhamet, savaş ve korku iç içe geçmiş soluksuz bir roman...

Sizce bu dünyada yalnız mıyız?

Gördüklerimizden başka ya görmediklerimiz de varsa...

Ötekiler- Tılsımın Ateşi tüm kitapçılarda! #öğretmenlerkitapkulübü #kitap


3 Kasım 2020 Salı

Tehlikeli Oyunlar

 Hatice Yatkın Yetişen yazdı:

OĞUZ ATAY / TEHLİKELİ OYUNLAR

Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.

Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar kitabında Hikmet’e bu sözleri söyletiyor. Kendisi de anlaşılamadan öldüğü için, bu söz geleceğe bir ağıt sanki. Yaşarken kitapları 2. Baskısını bile yapamayan Atay, ölümünün ardından değere binmişti. Dünya tarihinde bir tek onun başına gelmedi bu durum. Pek çok düşünür, yazar ve sanatçı öldükten sonra değerlenmiştir. Ne yazık, ne acı, ama çok, çok gerçek.

Tehlikeli Oyunlar kitabını okursanız mutlu olur, çok eğlenir, hayata daha güzel bakarsınız demek isterdim ama diyemiyorum. Eşinden boşandıktan sonra başka bir muhite taşınan ve farklı insanlarla dostluk kuran Hikmet Benol, düşüncelerinin içinde sıkışıp kalmış biri. Mutlu değil ve mutlu olmaya bile yakıdeğil. Hikmet’in düşüncelerini, hayata bakışını ve çevresine karşı duruşunu okudukça kendinizi bir fanusun içine kapatılmış gibi hissediyorsunuz. Onun zihninde bir yerlerde hapis kalma hissi okuma süresince size acı veriyor. Her bir cümleyi, her kelimeyi kaçırmayayım diye kendinize yüklendikçe, beyninize sanki cam kırıkları batıyor. Atay, ışık hızında akacak sözleri, sayfalara pıt, pıt yerleştirivermiş. Hayran olmamak elde değil. Yorulup, okumaya ara verdiğinizde, Hikmet oradan size nanik yapıp gülüyor. “Çok mu acı verdi diyor, korkuyor musun gerçekleri duymaya?” Dudak büküp, “Yooo,” diyorsunuz. “Ne korkması, o da nereden çıktı?” Aslında korkuyorsunuz, gerçek bu.

Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar kitabıyla elini kaldırıp, insanoğluna adeta bir Osmanlı Tokadı atıyor. Yapıştığınız yerden, kalkın kalkabilirseniz. Neyse, böylesi bir zihin yorgunluğuna çay iyi gider değil mi? Gidip çayımı içeyim ve bir süreliğine, yani kısa bir süre (bu beyin sarsıntıları iyidir) Oğuz Atay kitabı okumayayım. Cidden yoruldum ve acı verdi bu kitap. Ama yine de sevdim, hem de çok sevdim



* “Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor, bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor.”

*Eski varlığımdan kuşkuya düşmediğime göre, şimdi de var olduğumu düşünebilirim. 

* “Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar.”

* “Çünkü bir insanı bir insanı gerçekten seyretmek isteyen, onun oyununa gerçekten katılan biri, o insanın ancak kafasında yaşayabilir.

*Fakat bunu çok karışık ifade etmişti; çünkü çok okuyordu, çünkü çok biliyordu, çünkü çok çalışıyordu. Bu yüzden önce aklından rahatsızlandı, sonra öldü.

* “Fakat bunlar yazı sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.”

* “Bizi biz olduğumuz için sevmezler; sağlam olalım.”

* “Fakat Albayım, ben kendim olalı yıllar geçmiş, kendimi tanımadan geçen yılları unutmuşum.”

*Bu arada kişiliğini kaybetmekten korkmayacaksın; işte o zaman gerçek kişiliğini bulacaksın.

*Kendini kötülersen sana acırlar bütün kadınlar denildi bana. Ben de kendimi acındırmak için gittim kadınların yanına: Lütfen yerinize oturun, dediler. Lütfen yerinize oturun. Sonunda kendime, ben acıdım.

 



Veda

 Hayatınızdaki en mutlu anlar kendinizi en zengin hissettiğiniz anlardır. En büyük zenginlik ise aile bağının verdiği huzurdur.

Veda, yaşam mücadelesi veren iki hayatın yollarının kesişmesini ve bu zorlu yolda birbirlerine yoldaş olan sevgi dolu yürekleri anlatıyor.

Bu uzun hayatın kısa öyküsü bitince mutsuz olmak için bahane aradığınız yaşamınızı daha keyifli geçirmenin yollarını arayacaksınız.

Ali Kiper’in kaleminden... Tüm kitapçılarda...


1 Kasım 2020 Pazar

Savcının Gör Dediği

 Bu yazı ahbvuhasat.com sitesinden alınmış olup Alper Kaya tarafından yazılmıştır:


“(…) Kainat boşluk kabul etmez. Boşalan kadro, gecikmeksizin tayin görmüş ve doldurulmuştur. Yeni yargıç, köhnemiş bir sistem… Kendi sahte değerlerini topluma empoze eden sistem… İyiyi kötü, doğruyu yanlış, haklıyı haksız gören bir sistem… (…)” – Kelebek Etkisi: Cinayet Savcının Ölümü –

Bir ilk romanın en büyük avantajı da dezavantajı da aynı tanımlamada gizlidir. “İlk” olması, bir romanı ayrıcalıklı ve onunla aynı konumda olmaya çalışan onlarca, yüzlerce çalışmadan birkaç adım öteye taşır. Fakat aynı zamanda onunla aynı konumda olan yahut ondan birkaç adım, belki de birkaç yüz adım, ileride olan romanlara nazaran da dezavantajlıdır. Pek çok yazar adayının ilk romanlarının basılması hevesiyle olumsuz durumları göz ardı ettikleri, yıllar sonra onlar için (kötü demeyelim de) negatif algı oluşturabilecek nice noktayı önemsemeden o ‘ilk roman’ eşiğini geçip gittikleri vakidir.


Ancak halen Adana Adliyesi’nde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmakta olan Mehmet Bal’ın Elvan etiketiyle okurla buluşan “Kelebek Etkisi: Cinayet Savcının Ölümü” isimli ilk romanında dezavantajlardan ziyade, avantajları konuşmak mümkün.


Kitabın en büyük avantajları ise konuya hâkim bir meslek üyesi tarafından yazılmasına rağmen terimlerde boğulmayan, okura nereden geldiğini ve nereye gittiğini anlamayacağı bir özensizlikle karakterleri oradan oraya sürükletmeyen, sonu itibarıyla tüm detayların aslında nasıl da özenle işlendiğini gözler önüne seren bir hikâyesinin olması ve bütün bunları da gayet mütevazı bir üslupla, tabir-i caizse ‘edebiyat yapmadan’ gerçekleştirmesi.

Burada bir parantez açmak icap ediyor.


Gündelik hayatta, zaman zaman argo olarak da kabul edilebilecek olan bir terim niteliğindeki ‘edebiyat yapmak’; her nedense pek çok edebî türde hoş karşılanmıyor. Bu, okurların pratiğinden ve yayınevlerinin de bu pratik nedeniyle edindiği, bazen de dayattığı yayıncılık kültüründen ötürü yazarlar için de ciddi bir sıkıntı olabiliyor. Polisiye ekseninde baktığımız zaman ise, doğrusu konu ile çoğu zaman alakasız; yazarın romantik iç sesinin bir tezahürü olan manzara betimlemelerinin, arka planda olanca hızıyla ilerleyen kanlı bir cinayet soruşturmasına rağmen karakterlerin etrafa bakıp iç sesleriyle ilkokul aşklarını anımsamalarının çok da elle tutulur bir yanı olmuyor. Bu husus, bir nevi mizah gibi.


Yapabilen çok iyi yapıyor (tam da bu noktada okunası: Georges Simenon – Manhattan’da Üç Oda, ki bu da yazarın polisiye olmayan romanlarından biridir) fakat yapamayan da hem eline yüzüne bulaştırıyor hem de maalesef çoğu zaman durumun ne kadar sakil durduğunun farkına varmıyor.


İşte bu hadisenin, tamamen dışında kalan; iyi bir polisiyenin zaten iyi edebiyat olduğu şiarını kendi yapısında taşıyan bir roman “Kelebek Etkisi: Cinayet Savcının Ölümü”.


Ağır ve Temkinli Adımlar


Roman emekli Başkomiser Mahir Yılmaz’ın ona hürmette kusur etmeyen ve onu akıl hocası kabul etmiş iş insanı, bir nevi de çaylağı olan Fatih ile birlikte emekliliği sonrasında onun yerine, başkomiserlik makamına, atanan Akif’in ölümünü gayri resmî yollarla araştırma hikâyesini anlatıyor.


Hikâye, karakterleri bize tek tek tanıtarak başlıyor ve türdeşlerine nazaran hayli kalabalık bir şüpheli listesinin olmasına rağmen hiç teklemeden, okuru şaşırtacak tutarsızlıklara uğramadan ilerliyor. Çiçeği burnunda yazar Bal; cinayetin işlendiği ana dek hafif ilerleyen olay örgüsünü, ölümle okuru yüz yüze getirdiği bölümün akabinde de derinden, hafif ama temkinli biçimde ilerletiyor. Mekân, şehir veya bölge betimlemelerinden ziyade karakterlerin psikolojilerine odaklanmayı tercih eden; bunu da bu yolu seçenlerin yaptığı gibi hataya düşerek değil, gayet bilinçli bir kalemle gerçekleştiren Mehmet Bal’ın ilk romandaki başarısını bu psikolojik tahlillerin tutarlılığına ve özellikle bölgenin analizini iyi yapabilmiş oluşuna dayandırabiliriz. Nitekim ilerleyen bölümlerde, cinayetin işlendiği ve karakterlerin de yaşadığı yerin, yazarın doğum yeri olan Gercüş’e yakın bir yer olduğu da ortaya (muhtemelen bilinçli bir tercih gereği) çıkıyor.


“Kelebek Etkisi: Cinayet Savcının Ölümü” romanında bizi polisiye romanlardaki alışageldik Cinayet Büro koşturmacalarından, asıp kesen ve insanları yaka paça sorgu odasına alan başkomiser ve komiserlerden ziyade emekli başkomiser Mahir Yılmaz, yardımcısı ve iş insanı (dolayısıyla da adlî süreçlerden çok uzak) Fatih, bölge savcısı Sadeddin Gün, adliye kâtibi Adem, muhbir Ercan gibi tahkikat çemberinin türe göre çok dışındaki figürler bekliyor. Bunda ana etmen, yazar Mehmet Bal’ın savcılık makamında geçirdiği sürecin kendisine kattığı gözlem kabiliyeti ve dolayısıyla kazandığı perspektif olsa gerek.


Bölgesel Çıkarımlar ve Genişleyen Katmanlar


Cinayet soruşturmasının çok ötesinde, bölgeye ve bölgedeki asayişe dönük nitelikli temellendirilmiş tespitlerin yer aldığı hikâyenin akışında terörle iltisaklı olmak kavramına dönük sorgulamalar, insanların kolayca terörle iltisaklı gösterilebilmesi ve öyle olduklarının düşünülmesi, terör örgütünün yaptığı kanlı eylemlerin de kör göze parmak şeklinde olmadan sunulmasıyla okura iletiliyor.


Özellikle hikâyenin girişinde, yerel siyaset figürlerinin adlî mercilere ve kolluk kuvvetlerine kendilerinin karşısında yer alan terörle adı yakından anılan kişileri öne sürerek imtiyaz taleplerini dayatmaları ve gerçekleştirmeleri; kan dondurucu bir gerçeklikle sunuluyor. Bu ‘alabildiğine gerçeklik’ hissinin akabinde gelişen gayri resmî cinayet soruşturmasında ise bölgesel çıkarımlar muhbir Ercan karakterinin ele alınış biçimiyle ve emekli başkomiserin çırağı Fatih’in iç sesine zaman zaman sirayet eden tespitler ile sunuluyor.


Bu açıdan “Kelebek Etkisi: Cinayet Savcının Ölümü”, mevcut hâliyle aslında polisiye roman niteliği taşıdığı kadar adlî merciler için de bölge için bir ön izleme özelliğine sahip. Kitap boyunca savcılık makamından, görevdeki polislere; emekli polislerden, bölge gerçeği olan muhbirlere dek bir cinayet soruşturmasının ne denli genişleyebileceği, bu unsurların her birinin birbirleri hakkındaki görüşlerine kadar detaylı biçimde işlenmiş. Öyle ki, hikâyenin finalinde gerçekleşen mahkeme sekansında da yargı unsurları hâkimlik makamına kadar uzanarak kendisini genişletmiş. Polisiye romanlarda, özellikle ülkemizde, çok da rastlamadığımız üzere hem normal soruşturmanın hem gayriresmî araştırmaların hem savcılık sürecinin hem de mahkeme aşamasının tekmili birden yer almasıyla yapıtın önümüzdeki süreçte Türk polisiye tarihi adına farklı bir yer edineceği rahatça söylenebilir.

Hatta finali itibarıyla devam edecek bir seri izlenimi uyandıran, bu açıdan da ismindeki “Kelebek Etkisi” kısmının serinin başlığı olduğu hissiyatı yaratan bu kitap sahip olduğu nitelikli Türkçe kullanımı ile de pek çok ilk romanda göremeyeceğimiz bir duruluğa sahip. Tek eksisi, dizgiden yahut yazım pratiğinden kaynaklı olarak konuşma işaretlerinin hem (–) hem de (‘) imleriyle aynı anda kullanılması… Bu hata haricinde romanın göze batan bir yanlışlığı da bulunmuyor üstelik. Tabii, bir de eğer teorim doğruysa ve ‘Kelebek Etkisi’ kısmı serinin adı ise bunun daha farklı bir yöntemle vurgulanabileceği (pek çok mevcut örnekte olduğu gibi kitabın resmî adının da ‘Kelebek Etkisi Serisi’ gibi bir isimle ilan edilebileceği) de eleştiriye müsaade tanıyan bir nokta.

Polisiye bağlamında ise sadece, finali itibarıyla türün sadık okuyucularının eleştirebileceği bir katilin çıkmış olma ihtimali bulunabilir. Ancak sadece bundan ötürü kitabın niteliğini azımsamak ise özenle işlenmiş tüm detaylara ihanet etmek olarak kabul edilebilir.


Hukuk Bunun Neresinde?


Bir Cumhuriyet savcısı roman yazıyor, romanda da birkaç savcı ve hâkim karakterleri var; peki hikâyedeki tek hukukî noktalar bu ikisi mi? Tabi ki değil…


Olay mahallinin ele alınış biçiminden, sanıkların savcılık makamınca tutuklu yargılanma kararının alınmasına; genişletilen soruşturmalara eklenilen deliller ve yeni sanıkların belirmesi hâlinde savcılık makamının gösterdiği reaksiyonlara değin bir cinayet soruşturmasının adliye koridorlarını ilgilendiren bölümleri teferruatlı ve akılda soru işareti bırakmayacak denli net biçimde ele alınmış. Üstelik romanın ana ekseni, adliye boyutu da değilken…


Savcı Mehmet Bal, polisiye romanlarda sıklıkla (mecburî gerekçelerle) atlanılan evrelere usta işi bir kalemle saygı duruşunu ifade etmiş. Kendi makamının bu soruşturmalardaki aslan payını, yapabileceği en nazik yolla teslim ederek okunaklı, tutarlı, karakterleri gerçek hayatın içinden alınmış bir ilk romana imza atmış.


Bu yönüyle de aslında kitabın, baştan sona bir ‘hukuk mücadelesi’ olduğu pek âlâ iddia edilebilir. Yalan sayılmaz, görecelilik kuramıyla da pek çelişmez. Üstelik kitap, bu yönüyle kendisinden sonraki benzer yapıtların önünü açması hâlinde kendi ‘kelebek etkisi’ni gerçek kılmış olur belki.


Olur mu..? Olur.